20 Aralık 2011

19 Aralık 2011

Gen...

Dünya yuvarlak diyorlar bugün (yarın ne diyecekler duyamayabilirim)ama hayat yuvarlaktan çok uzak; yuvarlak olsaydı az biraz gideceğiniz şey size görünür olurdu.
Görünür olması bir tarafa, elinizdeki istatistiklerle tahminler de bulunmak bile büyük bir zaman kaybı...
Tahmin sayısını yüksek tutarsanız belki tutturma ihtimali olabilir.(hayal gücü işi kolaylaştırır)
O zaman da akıl sağlığı pek normal seviye de olmayabilir ya da tahmin yürütmeye uğraşmaktan bir bakmışsınız ki resim değişmiş...

Devam ederken yaşam, planlar yaparsın.
Karşında bir resim vardır.
Tam gülümsemeye başlarsın, bir anlık şuur kaybında resim değişir.
Başladığın noktaya dönsen ezberinde olur kaygılanmaz-sın...

Daha kaç köşe vardır dönmen gereken?
Ve hayatın acaba kaç gen...

17 Aralık 2011

16 Aralık 2011

2001

Heyy!!!
Yine de hey heyy...
Benden Selam olsun Bolu beyine;

Arkadaşlarla Ortaköy'e gidelim dedik. X kişi gitar çalar dedim ki al gitarını şöyle akşam vakti oldu mu sahilde tımbırdatırsın.
-Şimdi onu kim taşıyacak!
-Hadi lütfen hem sen taşımayacaksın taksiyle gideriz.
-Y kişi olsa anlarım ama sen de pek naz ettin yani.
-Y kişi ritimci ama asıl enstumanı cello...
-Onu taşıyacak adam lazım işte...

Her neyse kırmadı aldı gitarını Ortaköy'e geldik yedik içtik sonradan katılanlarla sayı 20'lere ulaştı. Bazıları müzik kadın, adamları, radyocu, çapulcu bazıları fasulye doluştuk ama çok eğlendik... Gece yarısı yavaş yavaş gidenler olunca evlere dağılmak gerekiyordu. Eh benim tayfa her zaman ki gibi gözümün içine bakıyor karşıya geçmesekte sende kalsak nasıl olur der gibi...
-Yürüyün kuzucuklar haydi.
Taksiye 5 kişi bindik taksici sinirden söylene söylene bizi eve bıraktı.
Biri seslendi;
-Bira alalım mı?
-Yok! Herkes uyusun diye benden bir ses yükseldi.
Eve geldik kimse de uyumak gibi niyet yok.

Biri(ben)soruyu sordu gitar nerede?
Birbirine bakan gözler;
-Taksiye zor bindik diye bagaja koymuştum...
Sahibi suskun algılayamamış gözlerle sesin geldiği yöne baktı. Kaldı...
-O gitarın değeri ne kadar biliyor musun sen?
Hep beraber ayaklanıldı. Giden gitmişti. Radyocu arkadaş ben şimdi canlı yayından anons ettireceğim gibi telkinler de bulundu. Bir umut... Bendeki vicdan azabı tarif edilemez; tutturmuştum alalım diye.

Sabaha kadar kimse uyumadı. Sessizlik...
Sabah olduğun da sahibi yahu boşverin yapacak bir şey yok demesiyle sessizlik bozuldu.
-İyi para eder bize bastı küfürü ama bagaj da bulunca gülecektir.
-Geri getirme ihtimali nedir?
-Ya evet çok geri getirecek bir tipe benziyordu yaa.
-Kimse bakmadı mı plakasına?
-Ne plakası abi adamı görsem tarif edemem.
-Al demeseydim keşke.
-Almasaydım keşke.
-Bagaja koymasaydım unutmasaydım keşke.
-Belli olmaz geri getirebilir.
-Adamın yaşı baya var, verir torununa al kızım patlat bir şarkı...
Hahahahaha...

(Unutulmazlar arasında yerini alan olay. Sonraki günler de bu konuda çok gülüp eğlendiğimizi hatırlıyorum. Geçen bu 10 yıl içinde kimseler yanyana değil. Uzun zaman oldu haber almayalı, çoğu bu ülke de bile yaşamıyor artık...)

15 Aralık 2011

buzlucam



Değerli Arkadaşım'a
Hep başka lar da olmaması, artık hep kendinde olması temennisi ile...
Seviyoz ulenyyynn senü...

13 Aralık 2011

Yorgunluk

Bugünler de o kadar yorgun oluyorum ki gece uyumak nedir bilmiyor, sabah mecburen erken kalkıyorum. Taşıkardi olmuş olabilirim nedense yüreğim ağzım da dolaşıyorum. sebebi yok sadece var. Sebepsiz varlık...

Mükemmelliğin nedeni, bilinmez oluşudur...Tron Legacy...(Aklıma şu an da geldi,pek beğenmiştim)

Düzene uyum sağlama aşamasına geçmek için çabalıyorum, çabaladıkça daha da düzensizleşiyorum:)

Geçen hafta evi kurcalarken 2001 yılında günlük tarzı tuttuğum ajanda elime geçti, aslında günlük değil notluk gibi birşey çıkmış ortaya; arada sayfalarca yazdığım da olmuş, ünlüm koyup geçtiğim zamanlar da... İnsanın geçmişini okuması ne tuhaf oluyor... Sanki onca olup biteni siz değil de başkası yaşamış gibi... Bir gün üşenmezsem o sayfalardan birini buraya yazacağım, hangisi olduğuna karar vermem biraz zor olacak... 2012 yılında da aynı şeyi yapmak istiyorum. (en azından bu gece istiyorum; yarın???

22 Kasım 2011

Kaçış

Kendinle ilgili tüm bildiklerini unutmalısın önce...
Yoksa kendinde bildiklerin yüzünden uzak durur ya da yakınlaşma çabalarına girersin...
Kişiler başkalarına yapıştırdıkları etiketleri eleştirirken, kendine yapıştırdığını neden gözardı eder...
Kendinde beğen diklerin ya da kusurlarına göre seçim yapmakla ön yargılı insanlardan ne farkın kalıyor? Kararı verecek olan kişi sen değil karşında kilerdir, aynı senin de onların hakkındaki kararın gibi;
Bazen hatta çoğu zaman kaçar insan, sanki kendinde bildiklerini herkes öğrenecekmiş gibi gelir ve öğrendiklerinde bitecek olmasından korkar, aslında tam da bu noktada başlamıyorsa bırak giden gitsin. Kendini her unuttuğunda yeniden başlama ihtimalin varken, unutmamayı seçtiğin sürece ya geç kalır ya da bitmeyi beklersin...

18 Kasım 2011

Soru (lar)

-Ne zaman kalabalık oldun ki sen?
-Neyi doğru dürüst anlatabildin?
-Anlatılmak isteneni ne kadar önemseyip dinledin?
-Ne zaman başkasının yerine koyabildin kendini?
-En son ne zaman özledin birini?
-Yalan(lı) cümleler kurmaya ne zaman başladın?
-Ne zaman sadece kendin için ağladın?
-İzi kalan kaç tane acın oldu?
-İhanete uğradığında ne hissettin?
-Ne zaman bıraktın kendini birinin ellerine?
-Hangi ara arkana bakmadan yürüyemez oldun?
-İlk aklına geleni söylemeyi ne zaman bıraktın?
-Cevabı olmayan sorular sormaya ne zaman başladın?
...

15 Kasım 2011

Günlük

Bugün hayatımdaki en garip günlere yenisini ekledim. Sanırdım ki beni hiçbir şey şaşırtamaz ama şaşırmamaya alışınca dozu da artıyor sanırım şaşırayım diye :))) Cogaloğlu normal birgün kağıt arıyorum dokusu,suyu,rengi,gramajı,ebatları,sayısı hepsi bir arada olmalı olmazsa olmaz...Önce sokağa gidiyorum hiçbir yere uğramadan sonuna geliyorum aklımda D.Ş var durup arıyorum bir eski apartman merdivenleri o kadar şuursuzum ki kapısında dikiliyorum fark ediyorum ki gelen geçen bana bakıyor telefonu kapatıyorum karşıdaki yıkılmak üzere olan han'a dalıyorum kapıdakilerde şaşkın, benim içeri girebileceğimden şüpheleri var gibi bakıyorlar. aradığımı elimle koymuş gibi buluyorum fazlasıyla; ama diyorum kredi kartı geçiyor mu hepsini almam gerekiyor...
O kadar nakit yanımda yok. -kredi kartı???
Komşuda var ama gerek yok sen al git sonra parayı bırakırsın. Nasıl yani diyorum ? ya gelmezsem ? canın sağolsun diyorlar...
İçimden nasıl yaa oluyorum kalsın diyorum istemem.
Etrafa bakıyorum bir gariplik mi var acaba hani az önce adam öldürdüler de beni başlarından göndermek için mi bu şekil davranıyorlar gibi senaryolar yazıyorum :)

Neyse diyorum çıkarıyorum cebimdeki son kuruşa kadar veriyorum adamlara bir kısmını da orada bırakıyorum yarın uğrayıp alacağımı söylüyorum bir hürmet bir alaka diyorum beni benzettiler mi??? ama asıl hikaye bu değil ki...

Uzunca bir süre önce kitap ısmarlamıştım o kadar zaman geçti ki...
Beni ne tanıyorlar ne de adımı biliyorlar telefonda gelip alacağımı söylememden bu yana 4 ay geçmiş (tir)...

kapıyı çalıyorum buyurun kime bakmıştınız ..... beye!!! kim diyelim??? o beni tanımaz Arzu hanıma kitap siparişi vermiştim deyin o anlar durumu diyorum ...

Aşağıya gayet sevinçli mutlu mesut biri geliyor hani hoşgeldiniz sefalar getirdiniz tabiri var ya aynı o tavırda biri... buyurun sizi toplantı odasına alalım simdi siparişiniz hazırlanır sizde bu arada bir kahvemizi içerisiniz diyorlar... Bende yine haydaaa ne oluyor bugün şüpheleri... arkasından işletmenin sahibi içeri giriyor 75-80 civarı yaşlarda bizde sizi bekliyorduk hoşgeldiniz diyor bende iyice şüpheler artıyor ama bir taraftanda çaktırmıyorum... aklımdan geçen acaba ben çok tanınmış biriyim de farkında mı değilim beni herkes tanıyor biliyor da ben kendimimi bilmiyorum diye düşünüyorum ve tek başıma içimden basıyorum kahkahaları... Çaylar kahveler ikramlar... az sonra konuya giriyorlar ya işte efendim bize de şöyle şöyle bir şey lazım bundan da olsa çok iyi olacak acaba siz yapabilirmisiniz diyorlar???
o kadar paranoyayı bana neden yaşatıyorsunuz bunlara ne gerek var baştan beni tanıdığınızı yaptığım işleri gördüğünüzü ve istediklerinizi söylesenize az kalsın yüreğime iniyordu... hepsi üstüste gelince... meğer gerçekten de uzun zamandan beri beni bekliyorlarmış. beni de benden iyi tanıyor takip ediyorlarmış...
aman yahu ben ne bileyim dünyayla iletişimim mi var ben ancak tüm kapılarımı kapatırsam üretebiliyorum yoksa böyle senaryo üretip düşünmekten yolda bile yürüyemeyebilirim.

Bir iyi oldu ki sonunda herşey istediklerimin yanında istemediklerimde, aradıklarımın yanında aramadıklarım da beni buldu.
Onlar mesut, ben bahtiyar...

31 Ocak 2011

Kararsızlık

İşte yeni bir çıkmaz sokak...
Beynimin içinde oluşturduğum tüm oluşumların kapılarını açıp tamam buradan çıkarım dediğim anda tekrar geri dönüp başladığım noktada buluyorum kendimi...

Bil artık nereden çıkacağını;
Kendime olan tahammül sınırlarını çoktan aşmışım...
Her şey birbirine karışmış sıra yok, öncelik yok, sonralık zaten ...

Ya ne var ne yok yerle bir edip harabeye döndürüp geriye ne kaldıysa toparlayıp çıkılacak yada ne varsa tek tek büyük bir sabırla onarılmaya çalışılacak...

işte bu noktada tahammül sınırları devreye giriyor.
Belki sabır gösterebilirim, katlana da bilirim ama bunlar değil ki sorun...
Artık zaman yok bende;
Bunları uygulayacağım zamanım tükenmiş içeride bir yerlerde...

Dönülmez akşamın ufkundayım vakit çok geç
Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç...(:

26 Kasım 2010

Hiç Düşünce

Bu aralar herşey birbirine karışmış durumda yapacak o kadar çok şey var ki ya da yapacak hiçbir şey yok gibi nasıl oluyor da böyle oluyor kendimi paramparça hissediyorum daha kaç parçaya ayrılabilir ki insan bir an önce aklımı başıma toplayıp yada voltranı oluşturup devam etmem gerekiyor...
Dün gece Son Samuray filmi denk geldi saat 03:00 civarı sinema da izlemiştim ama dedim şimdi de izleyeyim arada sırada geçen HİÇ DÜŞÜNCE bende ondan istiyorum.

Ama uzun zamandır eksik bir tarafım varmış gibi hissediyorum
Aklımın iplerini salasım var...
Şimdiye kadar salmadığım kabahattir belki de!!!

7 Kasım 2010

AFGNSTN-Kabul




Kolay olmadı, ama zor da sayılmazdı.
Dünya zor ama afganistan'a zor demek sanırım biraz hafif kalır.
Anlatılacak yada yazılacak çok şey var, zaten bir haftadır hiç susmadım ama buraya yazmaya gelince sustu herşey...
Fotograf için S.K.Ç'ye teşekkürlerimle...

11 Haziran 2010

Sorun

Sen ne sandın ki kendini bu koskoca yaşamda...
Bir büyük pasta ise yaşam, iç malzemesini ben belirleyemesem de...
Nasıl ve ne kadarını yiyeceğim ne kadarını nasıl ikram edeceğimi ben bilirim.
Koca bir dilim kesip ikram ettiysem eğer sana; ne sen kendini değerli say, ne de ben kendimi değersiz...
Nasıl ve ne şekilde tükettiğindir önemli olan...
Ya sana sunulan dilimle yetinip kalırsın tadı damağında, yada tamamına sahip olursun istediğin sürece hayat boyunca...

Senin derdin mideni doldurmak ve üstüne benim yüzümden mi eksildin SORUN oldu mu diye soruluyorsa!?
Sen bırak sorun olmayı, çözüm bile olamazsın...

Bunca olup bitenden ve keyiften sonra bırak konuşmaya, susmaya bile noktanoktanokta

Dn: (1998 yılından bugüne taşınmış gereksiz kırgınlık patlamasıdır...)

16 Mayıs 2010

Cumartesi

Eskiden Kurtuluş'ta otururken cumartesileri saat 00.00 da son seans hangi film varsa Taksim'de izlemeye giderdim her hafta görevmiş gibi yapardım. Kimselere söz vermezdim sırf bu olayı gerçekleştirmek için...
Cumartesi anlayışım buydu. Çıkışta ise herkes daha çakır keyif halindeyken ben filmi bitirmiş evin yolunu tutardım.

Artık angarya gibi geliyor evden çıkacaksın o kadar yol gideceksin sonra kalkıp geri geleceksin ne için bir film izlemek için...

Cumartesi gecesi evde oturanlar kulübü kursam nasıl olur acaba? Bir mekan kiralayıp ev görüntüsünde dizayn edip; cumartesileri evde olanlar her ne ile uğraşıyorlarsa uğraştıklarını yanına alıp gelse :) orada devam etse... 30 yaş altı kulübe üye olmaz. 18 yaşından küçükler zaten giremez yanlış örneklerle karşılaşırlar bunalıma girebilirler böyle olacaksak neden yaşıyoruz gibi düşünebilirler. Zaten kimselerde gelmez gelecek olsalar evde oturmazlar. Kulüp'te batar bende hayal ettiğimle kalırım.

15 Mayıs 2010

İran I



Saat 12.00 Van Havaalanı bizi Burhan bey karşıladı hemen gitmek istesekte yemek yemeden gidemezsiniz dedi. Aslında bir saat önce gelmiş olsaydınız kahvaltımıza yetişirdiniz dedi ama dönüşte artık...
-Hanedan Restaurant...
-Ne yersiniz?
-Bilmem ki aslında pek aç sayılmayız
-O zaman bana bırakın.
-Ama lütfen çok ağır olmasın.
-Herkese karışık tabak ortaya tas kebabı
...Ortaya tas kebabı mı kebap ortayaysa karışık tabağı düşünemiyorum
Yemek karın doyurmak değil kabus gibi herşey bir arada ayran yerine ayranın köpüğünü kaşıkla yiyorsunuz enteresan; çiğ köfte 2 çeşit salata fırından yeni cıkmış uzun pideler...
Karışık tabağı sayamıyorum çünkü sayılamıyor. Sanırım bu bir işaret orada aç kalacağım ben yine bu aklımda kalsın diye oluyor.

Saat 14.00 oldu bizim artık yollarda olmamız gerekiyor.
-Bu gece gitmeyin misafirimiz olun yarın sabah yola çıkarsınız.
-Yok o zaman da kahvaltı etmeden bırakmam filan dersiniz biz buradan geri döneriz...

Bizi yüksekova otobüsüne bindiriyor şöför ve yardımcısına da emanet ediyor .
-Yüksekovaya vardığınızda sınıra kadar size emanetler diye binbir tembih ediyor. otobüsün kalkmasını beklerken yardımcı yanımıza bir kişi ile gelip bu arkadaşta irana gidiyor size eşlik edecek diyor.

-Selam
-Mehdi.
-Nereden geliyorsunuz?
-İstanbul.
-Siz nereye gidiyorsunuz
-Tebriz
-Tebrizde mi yaşıyorsunuz?
-Hayır istanbulda kalıyorum yaklaşık 1.5 senedir. Gedikpaşa da ayakkabı işi yapıyorum.
-Höng!!!
-Pardon gedikpaşa mı dediniz?
-İstanbulda yakınmışız bende...
Aaaaa
Yani diyecek hiçbirşey yok sanırım bu saatten sonra Tebriz de evi var mehdinin eşi tebrizde kendisi İstanbulda yaşıyor ayda bir irana gidip geliyor iş ve eş arasında yaşıyor.

-Eşini neden İstanbul a götürmüyorsun?
-İstemiyor İstanbul da olmayı
-Daha önce hiç geldi mi.
-Zaten kendisi Türk ...

Vazgeçtim başka sormayacağım her sorumda daha da şaşırıyorum bu kadar da tesadüf pes diyorum.. dahası var bu konusmanın inanılır gibi değil tek bildiğim mehdinin artık arada sırada bize bir çok konuda yardımı dokunacak elbette bizimde ona... oda gülümsüyor ve şaşırmış durumda...

Yollardayız. Yüksekova adının hakkını veriyor uçsuz bucaksız binbir çeşit ve şekilden oluşan tepelerle dolu dağlara tırmanıyoruz kar artık buzullaşmış uzaklarda görünen dağlar gümüş rengi parlıyor yol boyunca kıvrılarak akan nehir var toprak her adımda renk değiştiriyor bu arada aklımdan geçen neden fotografçı değilim ki...

Uykum var ama otobüste iken uyumam mümkün değil sanki otobüsü ben kullanıyormuşum gibi hissediyorum. Başkale buradan geçerken ne kadar şanslı bu insanlar tertemiz bir dünyada yaşıyorlar diyorum çünkü oksijenden başı dönüyor insanın; ama sanırım onlara sorsam ben ol da yaşa derler... Taş yerinde ağırdır insan bilmediği yerde içgüdüsel olarak tedirginlik yaşıyor ve burada yaşayanlar bunu hissediyor. yine beyin başladı herşeyi uç uca eklemeye.

Yüksekovadayız yollar kapalı gibi ana yoldan çıkıp çamurlu yollara daldık içerideki konuşmalar çarşı kapalı gidiş yok.

-Çarşı kapalı ne demek acaba?
Araç çıkış yolu arıyor, bir kız soruyor neredeyiz?
-Yenimahalle.
-Telefonla konusuyor bir yandan diyor ki cananların mahallesi açıkmış oradan gidebilirsiniz.
Bu konuşmalar sürerken insanların yaşadığı tek katlı evlerinin yanından dev bir otobüs geçiyor çocuklarla ve ev sahipleriyle göz göze geliyoruz el sallıyorlar dil çıkarıyorlar. Çocuklar karlı tepelerin tertemiz ve soğuk havasıyla kıpkırmızı olmuş yanakları oyun oynuyorlar bizi gördüklerinde durup bakıyor daha sonra tekrar başlıyorlar oyunlarına.
Artık daha ana ve geniş bir yola çıktık tepelerin arasından artık yaklaştık gibi konuşmalar dolaşıyor; aklıma BABİL filmi geliyor :)
Daha çok yol gittik bunu üzerine; birden kafayı dısarı çevirdiğimde herşey yine değişiyor heryerde yanyana büyük çiftlik evleri görmeye başladık hepsi birbiriyle yarışıyor.

İndiğimiz yerde taksiler var sınıra gitmek için bekliyorlar.

1 Mayıs 2010

30.04.2010

Kader ağlarını yavaş yavaş ve habersizce örmeye başlamıştı. Günlerden daha 29.04 iken katılınması gereken bir etkinlik bünyesinde gidip 2 adet etkinlik eseri yerine teslim edildi. Yaklaşık bir haftadan beri yankıları süren bu etkinlik eserleri özenle muhafazasına koyulduktan sonra Taksim'de bir sanat galerisine verildi; her şey ne olduysa bundan sonra oldu. Hiç bir şey yokmuş gibi eve gelindi, bütün gece uykusuzluk çekildi gözler kapanana kadar okundu ardından abuk abuk rüyalar; sabah içilen portakal suyu sanki beyne kan gitmesini sağlamış olmalı ki birden bir tanesinde yanlış yapıldığı düşünülmeye başlandı emin olmak için tekrar tekrar düşünüldü evet olanlar ortadaydı bir yanlışlık yapılmıştı evden hızla çıkıldı acele ile gidilen atölyede nedense bir tane fazladan ne olur ne olmaz diye yapılan etkinlik eseri duruyordu. Hiç akılda olmayan planlanmayan şey sanki arada kendi kendine oluvermişti. Her şey toparlandı. Tekrar formlar basıldı bu koşuşturmaca içinde gelen bir telefon 25 Mayıs'ta saat 10.00 Ankara olmam gerektiği söylendi bir süre anlamak için durup düşünüldü 1,5 yıl önce istenilen şey bugüne denk gelmişti. Olan bitenin hızına yetişilecek gibi değildi eser alındı diğer atölyeye geçilmek üzere yola çıkıldı yolda nasıl böyle bir hata yaptım düşüncesiyle boğuşurken hızlı ve seri adımlarla birbirine çok yakın olan diğer atölyeye gelindi... D.Ş, uzun zamandır ortalarda yoktu hasta olmuştu kucaklandı öpüldü. Ardından Ö.Z.K ve G.Ö geldi bir anda kalabalıklaşmaya başlandı ben yaptığım yanlışlığı düzeltebilmekten başka bir şey düşünemezken meğerse başka türlü planlar yapılmış uygulamaya geçilmek için sen bir yüzünü yıka olayın etkisinden kurtul gibi türlü bahanelerle o ortamdan uzaklaştırılmıştım hala aklım başka yerde olduğu için neden, nasıllar yoktu... Ama tüm bunlardan önce ben atölyeden içeri girer girmez başıma gelenleri yaptığım garip hataları iştahla anlatıp benim oraya gidip değiştirme yapmam gerektiği anlatıldı durdu. Hiçbir şey anlayacak durumda değildim. Gidip orada burada sağda solda oyalandıktan sonra baktım atölyenin ışıkları yanmıyor jaluziler sımsıkı kapatılmış bir şeyler olduğu o vakit anlaşıldı. Tam da bu gün; onlar benim yaptığım yanlıştan habersiz, onların bana yaptığı sürprizden ben habersiz olaylar üst üste gerçekleşiyordu. İçeri girdiğimde mutlu yıllar sana eşliğinde D.Ş tarafından bin bir emek harcanarak yapılmış ( ki hasta hasta tüm enerjisini toplayıp uğraşmış her şeyiyle) ve taa oralara kadar taşınmış pasta ve kısır vardı. M.A.D bir yandan kahve yapmakla uğraşıyor. Bizde onun gelmesini bekliyorduk. Onlar D.Ş, Ö.Z.K, G.Ö, M.A.D bir insanın başına gelebilecek en güzel şeyler... Şeyler diyorum onlara isim takmak onları kalıba koyup sınırlamak olur ancak. Oysa hiç birinin sınırı yok benim gözümde... Tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de düşünülerek alınmış çok değerli eşyalar... Teşekkür ediyorum size önce böyle bir güne bunu nasıl denk getirebildiniz diye sonra hayatımda unutulmayacak bir ana sebep oldunuz diye... Yenilip içilip defalarca mum üfletildikten sonra gülüşmeler ve hoş sohbetler eşliğinde zaman geçirildi. Şimdi ise gidip yapılan yanlışlığın düzeltilmesi gerekiyordu. Ama bundan önce M.A.D 'ın girdiği sınav sonucu bugün açıklanıyor bir yandan da onun sonucuna bakılması gerektiği akıllara geldi. Bakılıp görüldü ki sonuç olumluydu bir üst sınava girmeye hak kazanmıştı. Akşamüstü girmesi gereken ders kırılarak Taksim yoları tutuldu. 1 Mayıs nedeniyle Taksim yoları da girişlerde kapatılmıştı deneyimli Taksi şoförü arkadaş ne yapıp ne edip bizi The Marmara'nın önüne çıkarmayı becermişti. İlk hedefimiz yapılan hatayı düzeltmek oldu ki o da hiç bir sorun yaşamadan itina ile halledildi. Şimdi düşünürsek yaşananlar çok güzel ve çok keyifli devam etti. Taksim'e gelinirde İstiklal'e gidilmeden geri dönülür müydü? Ö.... 'te kahve keyfi yapılmak istendi üç filtre kahve bir çay ve peynirli kanepeler ısmarlandı bu esnada kahveler geldi D.Ş ama ben filtre kahve yani makinede yapılan kahve var diye kahve istedim oysaki siz French Press getirdiniz kahveyi böyle getireceğinizi bilseydim istemezdim ben bundan hoşlanmıyorum demesiyle servis edilen kahvelerden birisi garsonun hatasıyla masadan yere düşüp yok oldu garip bir şekilde kahveden kurtulmuş oldu. Dile bugün ne dilersen her şey anında gerçekleşsin durumu yaşanıyordu. O zaman ben bir çay alayım şekline dönüştü... Ö.Z.K'in ayakkabısı da kahvenin tadına bakmış oldu. Bugün sanki hiç bitmeyecek gibi, oradan kalkılıp acaba Leman hala yerinde duruyor mudur sözleri dolaşıyordu gelmişken bakalım a dönüştü. Aynen yerinde duruyordu, iki bira iki bitki çayı ve çerez alındı. Arada geçen ayrıntıları yazmaya kalksam ne bu yazı biter nede bu kapasite yeter, oradan da kalkılıp evlerin yolu tutuldu herkes yapmak istedikleri doğrultusunda yollara ayrıldı vedalaşıldı, M.A.D ve ben Finikülerin yolunu tuttu bu arada bu kadar çok tüketilen sıvı sayesinde en yakın wc aramaları başladı ama yoktu Kabataş'a varılmayı beklemek gerekiyordu. İskele de ihtiyaç giderilecek yere doğru hızla gidildi kapı açıldı arkasında bir bayan duruyormuş ki kapıyı açmamla sanki ona çarptığımı hissettim lütfen kusura bakmayın umarım bir şey yoktur dediğim de hiçte beklemediğim bir cevapla karşılaştım ya ne kadar ........ gibi övgü dolu sözler işitmeye başlayınca bu ortamda geçen diyalog bu akşamın garipleri arasında yerini aldı çıkışta da aynı şekilde sanki saraydan uğurlanma yaşıyor edasıyla yolcu edildim şaş geldi. Kabataş iskelesinde denize karşı seyirden ve keyiften sonra herkes dağılmış oldu...

Dostlar...
Bugün benimle olduğunuz için ben kendimi şanslı sayıyorum umarım hayatınızdaki birinci derecede yakınlarınız da sizin her daim kıymetinizi bilir.
Bilmedikleri her an kayıptalar demektir...

29 Nisan 2010

One More



İki üç güne sığar mı ki umut; hadi sığdı diyelim yaşar mı? Yaşamaz...
Nasıl idiysen öyle git. Nasıl idiysem öyle kalayım.
Ne bir eksileyim, ne de bir artayım. Durduğum yerde olamıyorum içindeyken yaşananın ne yaşanıyor diye düşünemiyorum herşey fazlasıyla doğaçlama o anda...
Ne zaman ki yaşananın dışına çıkıyorum işte o zaman da yaşanana geri dönüyorum. Keşkeler hiç yok ama ne kadar da saçmalamışım var. Tarih tekerrürden ibaretmiş her ne kadar ''saçmalama'' analizi yapılsa da herşey olduğu gibi devam ediyor...
Ve her defasında gülümsetiyor.
One more cup of coffee for the road, One more cup of coffee 'fore I go.

24 Nisan 2010

Van


Güneşin batışı kaçmış olsa da bu şehrin güneş batışı meşhurmuş...


Ve birde kahvaltısı...

Aslında Van gölü kıyısında güneşin doğuşunda olmayı tercih etsem de her şey tamamen tercih dışı gelişti. Hatta ikisi bir arada olsaydı işte o zaman değmeyin keyfime durumu ortaya çıkacaktı. Van'da kahvaltı yaptıktan sonra akşam yemek yemeye bile gerek kalmaz sanırım. Alınacak ne kadar vitamin, kalori, tat varsa hepsi sabah kotayı dolduruyor. Yeri gelmişken; Devlet çalışanları eğer yerinde yok ise hiç boşuna aramayın hepsi öğle tatiline kadar kahvaltıda:)

13 Nisan 2010

Yitik



Uykusuzluk diz boyu, tüm gün havada yürür gibi dolaştım, bu aralar denge nedir yitirmiş durumdayım. Bu kadar dengesizliğin üzerine birde uzun yolculuk...
Bir saat içinde tamamen bilinmezlik diyarına seyahat başlıyor.
Hiçbir şey hissetmiyorum hissetmenin manasını yitirdim;
Kendimi kandırmayı beceremiyorum, bir şey olmalı daha önce hiç olmamış, hiç yaşanmamış, hiç tadılmamış...
Özlüyorum...
Bir şeyi çok özlediğimi anımsıyorum daha önce hiç olmamış, yaşanmamış, tadılmamış bir şeyi;
Düşünmek istemiyorum, düşündükçe daha da çok özlüyorum.

12 Nisan 2010

Mevzu



Her şey akıp gidiyor o yada bu şekilde, şekil ve yer değiştirip duruyoruz an ve an;
Kişiler değişiyor, isimlere yenileri ekleniyor, bazıları çekip gidiyor, kimisi gitmiş gibi yapıyor, kimileri de dahil olmak için elinde ne var ne yok kullanıyor.
Düşünceler, hisler, görüşler, takıntılar, şüpheler...
Tüm bu kalabalıklarda aslında hep tek başınasın.
Teferruatları bir kenara bırakıp
Aniden aklına geliyor.
Aslolan neydi?
Uğurda ölünecek, o an'ı yaşamak mı mevzu...

27 Mart 2010

Yabancı



Yabancılaştı...
Ne kendimi ne de bir kimseyi tanıyorum.
Konuşulanlar sadece o an var sonra aklıma bile gelmiyor.
Dinlemiyor, yalnızca duyuyorum.
Her gece evin yolunu tutarken ay'a bakıp ya gülümsüyor ya da gözüm görmesin seni diyorum.
Sultanahmet'te bir .... atıp eve gitmek ne büyük bir keyif (görünen fiyatlar sadece yabancılara geçerli imiş) yerlilere :) %20 indirimli...
Yazılacak ve söylenecek söz yok aslında,
Yazılacakları ve söylenecekleri yaşayıpta geleyim ben...

Bu şarkıyı yine birşeyleri kurtardı...

Bülent Ortaçgil&Fikret Kızılok ortak yapım ve seslenim...
Kalemin yasaklarında
Çalışan parmaklarında
Ve ağıran saçlarında
Tutsak olmuş bir düşüncesin
Bil bakalım sen nesin?

22 Mart 2010

Gaziantep-Hatay-Aleppo-Damascus






Gaziantep tatlılar şehri tatlının kendisi yoksa fotoğrafını görüyorsunuz. imam çağdaş yemekler enfes ne yiyeceğini şaşırıyorsun, önce Ali Nazik diyorum ve gevurdağ salatası... Bir gece konaklama ve ardından Hatay yolculuğu Hatay'ında Gaziantep'ten kalır yanı yok tatlı konusunda yanyana künefeci dükkanları yemeyeni dövebilirler. Bir gece de orada konaklama ardından sabah erken den Halep yolları kıpkırmızı toprak görüyorum yollarda aklımdan geçen inip şuradan bir kaç kilo alsam da boya yapsam oluyor hayran kalıyorum toprağın rengine kırmızı ve koyu kahveler... gözümü toprak doyursun diyorum...

Ve Halep kendimi birden çocukluk yıllarımda gibi hissediyorum eski Türkiye nasılsa hani şu paralarımız bantladığımız zamanlar kocaman kocaman banknotların olduğu vakitler Alamancıların gelipte bir tane para verip bir avuç para aldıkları zamanlar işte halep o zamanlarda gibi... Trafik ışıklarının işe yaramadığı her köşe başında sen geç sen durcular var. Orada da taksiyi kullanmayanı dövebilirler hani... Ama yemekler konusunda iyimser olamayacağım halep kalesinin çevresinde bir çok restaurant var sultanahmet misali turistik saçmalıklar... Telefon sıkıntısı çekiliyor postanelerinde telefon yok her yere kulübeleri koymuşlar ama içinde telefonları yok telefon etmek için güneş görmemiş karanlık hizbe bir yer gösteriyorlar dev gibi bir bilgisayarın karşısından üç kişilik bir sahış oturuyor kulağında kulaklıkla yaşıyor gibi bir hali var antika sayılabilecek bir telefondan sonunda 0090 çevirebildiğime inanamıyorum. Evet dolaşınca ve keşfedince şehri heryerin böyle olmadıgına zor olsa da ikna oluyorum. Burada da tatlı kuleleri var ama bir tanesini bile görmek istemiyorum sakatat dükkanıyla tatlıcı dükkanı yanyana her canlı aynı anda paylaşıyor yenecek ne varsa...

Bu ülkede sigara yasağı yok hatta her yer nargilelerle dolu bir zamanlar Atatürk'ün de kaldığı Baroon Hotel' de olmak ayrı bir keyf veriyor insana... Herşeyi bir tarafa bırakıp evimden uzak olmanın rahatsızlığı aklımdan çıkmıyor oysaki gezip görmekti dert...

Halep'ten Şam'a 6 saat süren tren yolculuğu...

Toprağın aşamalar halinde kuma dönüşmesini izliyorsun, küçük hortumlar oluşuyor yol boyunca, şimdiden özlüyorum evimi...

Hava sıcak trenden inip otel bulabileceğimiz bir yer arıyoruz biri çıkıyor karşımıza türk olduğumuz alnımızda mı yazıyor acaba? Başlıyor Türkçe konuşmaya beni takip edin ben size göstereceğim yer diyor hamidiye çarşının tam karşısında bir yere getiriyor bizi ama otel kalınacak gibi değil ağladım ağlayacağım teşekkür ediyoruz ve terk ediyoruz orayı hemen arka sokakta temiz ve güzel bir yer buluyor çantaları bırakıp kalacak başka yerler var mı diye aramaya koyuluyoruz. ama nafile bu gece buradayız. geceleri sıcak kayboluyor, balkondayım bir sigara yakıp ay seyrediyorum kendimi garip hissediyorum emanet gibiyim buralarda. neredeyse sabah olacak balkon köşelerinde uyumadan sabah olmayacak diyorum ...

Sabah oldu karnım aç mahrumiyet bölgesindeyiz sanki yada o kadar çok şey var ki yiyecek ben seçemiyorum. ekmekleri tatlımsı ve kokulu beğenmedim ekmek aradık durduk 1 saat maydonoz peynir bu kadarı kafi herşey çok ucuz ve çok fazla ben daha alışamadım buradaki tatlara gün boyunca cevizle besleniyorum abartısız 4-5 litrede su...

Dudaklarım çatladı hatta yarıldı, bir garip keyifsizlik hali var üzerimde daha atamadım. Japonlar saat 07:00 ellerinde kameralar sokaktalar kimseler yok onlardan başka. 11.00 den önce hayat başlamıyor. Günler geçtikçe alışkanlıklar başlıyor koşullara göre davranma ve yaşama alışkanlığı Şam çok kişiyi ağırlıyor, her yerden her memleketten insanın kendine has gezeceği bir şehir her geçen gün Şam'a alışıyorum. Gündüz başka gece bambaşka bir hal alıyor. Sonunda buranın da nimetlerinden faydalanacagımız bir çok yer keşfediyoruz ama artık sona yaklaştık. Ve sonuç itibariyle ne varsa Şam'da var diğerleri teferruat diyorum.

Gidip görmek, görüp yaşamak lazımdır.

5 Eylül 2009

2 Mayıs 2009

Yani


Uğraşır durursun;
İyi anlar için...
Normal olanda bu mudur?
Sana normal gelsede başkaları iyilik sanır yapılanları;
Ama durman gerekir bazen, durmaz isen yaptığın aşırılıklar aslında kötülüğün ta kendisi oluverir...
Sen yaptıklarını bir şey sanırsın, karşındaki bir şey sanır kendini...

Bir bakmışsın ki sebeblerin olmuş...
Sonra sebebler sonuçlar doğurmuş...

Sebepler alır başını gider, baka kalırsın...
Ya da sen gidersin, sebepler ardında kalır...

26 Mart 2009

Yağmur


Başladığın da ilk toprağın kokusunu duyuruyor, ardından hava berraklaşıyor, gri gökyüzü sönmüşlüğün küllerini anımsatıyor...

Küllerden su doğar mı ki?
Yanmış yanmışta;
İçmiş içmişte;
Dolmuş dolmuşta;
Yüklenmiş yüklenmişte…
Artık taşıyamaz hale gelmiş…
Şimdi ne varsa boşaltma zamanlarında…

Hem kendinden kurtuluyor, hem de kendindekinden...

25 Mart 2009

İsimsizin


Bu lalenin 2009 itibari ile raf fiyatı bir lira altmış kuruş...
Raflardan birine tıkıştırılmış, uzun boyundan ötürü boynunu bükmek zorunda kalmış, açmaya korkar bir hali vardı.
Ama bu korkaklık ve o zorunlu boyun bükme hali ona cok zarif bir hava katmıştı...
Dışarıda yağmur başladı, acaba alsam eve kadar götürebilirmiydim diye düşünmeye başladım ve ne olursa olsun burada boynu bükük kalacagına benimle ıslanacaktı...
Akşama kadar o bükük boynunu dümdüz yaptı...
Meğer Lale gece gündüz biliyormuş :)
Gündüz açmasına rağmen gece bakıyorum da yine kapatıyor yapraklarını.
Kokusunu duyduğum an ona uzaktan bakmaya karar verdim, çünkü görüntüsü kokusuna katlanır kılıyor onu...

İlk defa çiçek bakıyorum...
İlk defa bir çiçeğin her halini izliyorum...
Ertesi gün aynısının başkasından bir tane daha aldım...

Kendini
Yalnız zannetmesin...
Tek hissetmesin...

12 Mart 2009

.


Sanki hep varmışsın…
Belki de hiç var olmamışsın…

Var olup olmaman değil ki mevzu!..
N’asıl’sın…

7 Mart 2009

Var


Düşünülmek mi düşündürüyor...
Hiç ortada yok ken yada göz önünde değilken birden bire aklına gelir...
O da...
O anda sen de midir?
Aslında çağırdığımızı mı sanıyoruz...
Çağırılmakta mıyız...
Akıl işi değil bu, akılla anlaşılabilir değil...

Akılsızım!..
Aklın olduğu yerde mantık, olmadığı yerde duyumsamak var...

Akıl...Sızım...
Can...Sızım
Zaman...Sızım...
An...Sızım...

3 Mart 2009

Kusur-suz


Kusurlarımız...
Kusur gibi gördüklerimiz...
Hep değiştirmek için uğraştığımız ama bir türlü beceremediklerimiz...
Bizi biz yapanlarımız...
Olduğu gibi kalsınlar;
Onlar oldukça fark yaratıyoruz...

Ama küçük bir nüans var;
Yok saymak yok etmek değil, var olduğunu kabul edip, varlığından memnun olmak gibi;
Şekil vermek, boyamak, yontmak, törpülemek,işlemek gibi...
Kusuru görüp, Kusursuzlaştırmak gibi..

26 Şubat 2009

Zaman


Ne geçmek biliyor bazen,
Ne de durmak biliyor...

Unutuyor muyuz?
Yoksa unutmuş gibi mi yapıyoruz...
Uzaklaştıkça daha da yakınlaşıyor muyuz...

Zaman ilerlerledikçe...
Artıyor mu? Eksiliyor muyuz?
Sağlamlaşıyor mu? Kırılıyor muyuz?
Kazanıyor mu? Kaybediyor muyuz?
Konuşuyor mu? Suskunlaşıyor muyuz?
Kalabalıklaşıyor mu? Yalnızlaşıyor muyuz?
Akıllanıyor mu? Deliriyor muyuz?

...

13 Şubat 2009

Sus...

Sus...
Nefes bile alma...

Ya da sor...
İnatla sor...
Acır mı diye düşünmeden,gider mi diye hesap yapmadan,
Aklına geldiği,kafana estiği, içinden geçtiği gibi sor...

Ama sakın ima etme...
Bilip bilmeden, ucundan köşesinden gördüğün, görmüş gibi yaptığın aslı olup olmadığını bile sorgulamaya gerek duymadığın, beyninde kurduğun, yetmezmiş gibi bunlara inandırıp kendini;
Bilgisiz...
Haksız...
Güvensiz...
Sahipsiz...
Ve Anlamsız...laşma...

İma;
Kendinden bi haber olanların durdugu ortak nokta,
Korkakça davranmaya müsaitlerin toplandığı köşe başı,
Eziyetten hoşlananların koynunda beslediklerindendir...

Sor ki;
Yok olma...
Ve Sus ki;
...
Ssssss...

9 Şubat 2009

Keyf


Yaz akşamları Bursa sohbetleri...

a'Sıla


Sürprizlerden hoşlanmayan...
En kıymetlilerimden birine...

8 Şubat 2009

Martılar...


İstanbul-Bursa / Bursa-İstanbul Arası beraber mekik dokuyoruz sanki...
Bazen sabah gidip akşam döndüğümde kesin bana kahkaha atıyor bunlar...
Deli mi ne?
Madem dönecektin niye gidiyorsun gibi bakıyorlar...
Ve bir şarkı takılıyor...
Ben deli
Sen benden deli
Yakarız gemileri
Hiç düşünmeden... Sonrası aklıma gelmedi:)

Göl...


Burası Bursa Uluabat Gölü kıyısı ve benim her defasında gittiğim kaçış noktam...
Derin bir sessizlik ve her defasında esen delice bir rüzgarı var...
İnsan kendini kıyısına geldiğinde uçuyormuş gibi hissediyor...
Güneşin batışını izlemeden ayrılmak istemiyorum.
Ve şimdi kış zamanı oturup mısır közlediğimiz ağaç altı sulara gömülmüş...
Ama yaz aylarında güneşi batırmaya kalktığımda,pusuda bekleyen dev sivrisinekler hücummmm ediyor :)
Öyle açlar ki üzerinizde ne olursa olsun onlar hortumlarını geçirebiliyorlar...
Afiyet olsun...

7 Şubat 2009

Boşluk


O kadar doldurmuşum ki;
Düşüncelerimi seninle...
Şimdi boşaltmaya kalktığımda;
Düşünülecek bir şey kalmıyor geriye...

31 Aralık 2008

Seyirci

Oyun oynanıyor...
Ama bu oyun çok ciddi;
Doğmakta var Ölmekte...

Ne doğduğunu biliyorsun Ne de ölümünü
Sadece sana biçilmiş rolün hakkını vereceksin...
Kötü karaktersen, iyi gibi olmaya çalışma komedyen gibi duruyor.
İyi karaktersen kötü olmaya çalışma zavallı gibi duruyor.
Ne isen o olacaksın...

Farkında olanlara deli deniyor, olmayanlara da ahmak...

Seyircilik ise zor olan, müdahale şansın yok...

Oyuna dahil olmak için can atıyorsun hani oturduğun yerden herseyi biliyor ve görüyorsun ya...
İçine dalıp bir anda çözecekmişsin gibi geliyor, ve içine daldığında artık seyirci değil oyunculardan biri oluveriyorsun...

Eee...
Hakkını verebiliyormusun yaşamının...

13 Aralık 2008

İstek


Ne istiyorum diye her defasında soruyorum kendime cevabı tahmin edildiği gibi bilinmezliklerle dolu...

İsteklerimiz ne de olsa bizde bir yere gitmiyorlar önce istemeyerek yaptıklarımızdan kurtulalım sonra ya kalsın istekler hep...

Çocukluğumdan beri yemeği yada yapmayı sevdiğim şeyleri en sona bırakırdım, önce yapılması yada yenmesi gereken şeyleri bir çırpıda bitirip diğerlerinin zevkine varmayı beklerdim...

Ve istediklerim hep gerçekleşmeyenler oluverirdi, belkide böyle olması iyidir eğer gerçekleşseydi bitip tükeneceklerdi, o zaman neye yarayacaktı yaşamak...

Sırf bir gün isteklerime kavuşma arzumdan mı bu hırsla yaşıyorum???

13 Ekim 2008

Dur


Bazen düşünmek öyle hal alıyor ki...
Farkına vardığımda hayretler içinde kalıyorum.

Bir ucundan yakalanıyor birşey evire çevire didikleniyor, sonra sorguya alınıyor, sonra nasıl oldu da bu duruma geldi hikayesi anlatılıyor, pişmanlıklar, bir daha olmayacak olmasınlar...

Elde mi ki düşünmek yada düşünmemek...
Düşünmemek için çaba göstermek ama bu çabayı gösterirken zaten düşündüğün yine aynı şey değil mi?(ne kadar komik:)

Ve bir ses yankılanıyor beynimde kapa çeneni...

19 Eylül 2008

Fazla


Gitmelisin...
Gitmeli...
Git...

Daha fazla sevdirmeden, vazgeçilmez olmadan gitmelisin...
Daha fazla alışmadan, acıtmadan, acımadan gitmeli...
Ardına bakmadan, şüphe duymadan git...

...

15 Eylül 2008

...


Çok oldu kaybedeli...
Bir daha bulunur mu bilinmez, bulmak istenir mi oda umursanmaz...

Kendimle zorum var...
Hiç bir zamanda kolay olacağını sanmıyorum...
Kolaysa da zorlaştırmanın bir yolu bulunur...

Kısa yol varken nedir bu uzun yol tercihleri?
Sorgulamakla olmuyor ki uygulama gerekli...
Uygun adım marş...

Delilik zamanlarındayım...
Delilikle delilik ötesi zamanları...
Daha da ötesi var mı ki?
Bir bilene mi sormalı yoksa bizzat mı ziyaret etmeli...

Gidipte bulamamak, bulupta dönememek var...

Kırık

Teşhis kırılan kemik yanlış kaynamış...
Tedavi tekrar kırıp doğru kaynamasını sağlamak...

Ha ha ha ha!!!

Nerede o cesaret?
Kim yapabilir ki bunu tekrar o acıya kim katlanabilir?
Bırakın olduğu gibi kalsın...
Geri kalan yaşamda o acıya katlanmaktansa ağır aksak devam etmeyi tercih eder...

Ben kabul ediyor ve istiyorum düzgün olmayan ne varsa ve ne pahasına olursa olsun kırın gitsin, o yanlışlık yüzünden defalarca acı çekmektense, şimdi şu anda hazırım...

Kırın...

11 Eylül 2008

KoşMA

Bugün adı lazım değil bir alışveriş merkezindeydim...

Her yer dolup taşıyor zor hareket ediliyordu...
Raflar sanki talan edilmişti...
Bir sonraki reyona ulaşmak için sıra bekleniyordu...

Önce gelen her şeye elleme lüksüne sahipti... (tabii kimin öncesi?, ondan önceleride mutlaka olmuştu. önceki ardındakini düşünmediği gibi, şimdiki de arkasındakini düşünecek değildi)

Bu kargaşa sanırım sabahtan akşama sürüyor olmalıydı...

3 parça alacak için 1 saat zaman harcadım...
Sinirlenmedim, öfkelenmedim sadece gülümsedim...
Yine o oldu ne işim var burada benim...

Neyse ki kasaya ulaşıldı...
Oradan biri haykırdı acele etsenize servisi kaçıracagım...
Acele etmek mi? Kasadan geçmenin acelesi nasıl olacaksa...

Nedir bu koşuşturma, sabırsızlık, öfke, sinir, tüketme ve tükenme...

Bir şeyler oluyorda benim mi haberim yok...

Ben hayatımın, zamanımın, yediğimin, içtiğimin tadına varmak istiyorum...
Hatta sindirene kadar beklemek, sindiremediğimi kusmak istiyorum...
Bağırsaktan boşaltmak değil...

Karakter


Hep derler karakteri, kişiliği bozuk, daha tam oluşmamış...

Ben buna inanmaz oldum...
Yani insanın kişiliği ve karakteri yoktur gibi geliyor bazen, asla yapmam dediğiniz şeyleri bir bakmışsınız ki yapar olmuşsunuz...

Öyle olunca da karakter bozukluğuna giriyormuş, sanki kişinin elinde de böyle davranmak, olaylar sebebler ve karşılaşılan durumlara göre o an tahlil edip uygulanıyor...

Kısacası gereken ne ise onu yapıyor...

Değişen insanın kendisi değil hayatının ta kendisi oluyor...
Bu durumda aslında insan değil de;
Yaşamın kendisi mi karaktersiz...