15 Mayıs 2010

İran I



Saat 12.00 Van Havaalanı bizi Burhan bey karşıladı hemen gitmek istesekte yemek yemeden gidemezsiniz dedi. Aslında bir saat önce gelmiş olsaydınız kahvaltımıza yetişirdiniz dedi ama dönüşte artık...
-Hanedan Restaurant...
-Ne yersiniz?
-Bilmem ki aslında pek aç sayılmayız
-O zaman bana bırakın.
-Ama lütfen çok ağır olmasın.
-Herkese karışık tabak ortaya tas kebabı
...Ortaya tas kebabı mı kebap ortayaysa karışık tabağı düşünemiyorum
Yemek karın doyurmak değil kabus gibi herşey bir arada ayran yerine ayranın köpüğünü kaşıkla yiyorsunuz enteresan; çiğ köfte 2 çeşit salata fırından yeni cıkmış uzun pideler...
Karışık tabağı sayamıyorum çünkü sayılamıyor. Sanırım bu bir işaret orada aç kalacağım ben yine bu aklımda kalsın diye oluyor.

Saat 14.00 oldu bizim artık yollarda olmamız gerekiyor.
-Bu gece gitmeyin misafirimiz olun yarın sabah yola çıkarsınız.
-Yok o zaman da kahvaltı etmeden bırakmam filan dersiniz biz buradan geri döneriz...

Bizi yüksekova otobüsüne bindiriyor şöför ve yardımcısına da emanet ediyor .
-Yüksekovaya vardığınızda sınıra kadar size emanetler diye binbir tembih ediyor. otobüsün kalkmasını beklerken yardımcı yanımıza bir kişi ile gelip bu arkadaşta irana gidiyor size eşlik edecek diyor.

-Selam
-Mehdi.
-Nereden geliyorsunuz?
-İstanbul.
-Siz nereye gidiyorsunuz
-Tebriz
-Tebrizde mi yaşıyorsunuz?
-Hayır istanbulda kalıyorum yaklaşık 1.5 senedir. Gedikpaşa da ayakkabı işi yapıyorum.
-Höng!!!
-Pardon gedikpaşa mı dediniz?
-İstanbulda yakınmışız bende...
Aaaaa
Yani diyecek hiçbirşey yok sanırım bu saatten sonra Tebriz de evi var mehdinin eşi tebrizde kendisi İstanbulda yaşıyor ayda bir irana gidip geliyor iş ve eş arasında yaşıyor.

-Eşini neden İstanbul a götürmüyorsun?
-İstemiyor İstanbul da olmayı
-Daha önce hiç geldi mi.
-Zaten kendisi Türk ...

Vazgeçtim başka sormayacağım her sorumda daha da şaşırıyorum bu kadar da tesadüf pes diyorum.. dahası var bu konusmanın inanılır gibi değil tek bildiğim mehdinin artık arada sırada bize bir çok konuda yardımı dokunacak elbette bizimde ona... oda gülümsüyor ve şaşırmış durumda...

Yollardayız. Yüksekova adının hakkını veriyor uçsuz bucaksız binbir çeşit ve şekilden oluşan tepelerle dolu dağlara tırmanıyoruz kar artık buzullaşmış uzaklarda görünen dağlar gümüş rengi parlıyor yol boyunca kıvrılarak akan nehir var toprak her adımda renk değiştiriyor bu arada aklımdan geçen neden fotografçı değilim ki...

Uykum var ama otobüste iken uyumam mümkün değil sanki otobüsü ben kullanıyormuşum gibi hissediyorum. Başkale buradan geçerken ne kadar şanslı bu insanlar tertemiz bir dünyada yaşıyorlar diyorum çünkü oksijenden başı dönüyor insanın; ama sanırım onlara sorsam ben ol da yaşa derler... Taş yerinde ağırdır insan bilmediği yerde içgüdüsel olarak tedirginlik yaşıyor ve burada yaşayanlar bunu hissediyor. yine beyin başladı herşeyi uç uca eklemeye.

Yüksekovadayız yollar kapalı gibi ana yoldan çıkıp çamurlu yollara daldık içerideki konuşmalar çarşı kapalı gidiş yok.

-Çarşı kapalı ne demek acaba?
Araç çıkış yolu arıyor, bir kız soruyor neredeyiz?
-Yenimahalle.
-Telefonla konusuyor bir yandan diyor ki cananların mahallesi açıkmış oradan gidebilirsiniz.
Bu konuşmalar sürerken insanların yaşadığı tek katlı evlerinin yanından dev bir otobüs geçiyor çocuklarla ve ev sahipleriyle göz göze geliyoruz el sallıyorlar dil çıkarıyorlar. Çocuklar karlı tepelerin tertemiz ve soğuk havasıyla kıpkırmızı olmuş yanakları oyun oynuyorlar bizi gördüklerinde durup bakıyor daha sonra tekrar başlıyorlar oyunlarına.
Artık daha ana ve geniş bir yola çıktık tepelerin arasından artık yaklaştık gibi konuşmalar dolaşıyor; aklıma BABİL filmi geliyor :)
Daha çok yol gittik bunu üzerine; birden kafayı dısarı çevirdiğimde herşey yine değişiyor heryerde yanyana büyük çiftlik evleri görmeye başladık hepsi birbiriyle yarışıyor.

İndiğimiz yerde taksiler var sınıra gitmek için bekliyorlar.

Hiç yorum yok: